Açılış Konuşmaları
Hava durumu-İklim-İklim Değişikliği kavramları birbiri ile ilişkili ve karıştırılabilen kavramlardır.
Küçük bir bölgeye ait atmosferik koşulların (yağmur-sıcaklık-rüzgar vb.) kısa süreli durumu hava durumu kavramını ,yeryüzünün geniş bir bölgesi içerisinde uzun yıllar boyunca yaşanan tüm hava koşullarının genel ortalama durumu ise iklim kavramını açıklamaktadır.
BMİDÇS ise; iklim değişikliği kavramını şöyle açıklamaktadır. Karşılaştırılabilir zaman dilimlerinde gözlemlenen doğal iklim değişikliğine ek olarak, doğrudan ya da dolaylı küresel atmosfer bileşimini olumsuz yönde etkileyen insani faaliyetler (antropojenik) sonucu iklimde oluşan ve gittikçe globalleşerek artış gösteren değişikliklerdir.
Bilindiği gibi küresel sera gazı (CO2-CH4-N2O-H2O buharı-O3-CFC-vb.) emisyonlarının yaklaşık %80’inden sorumlu ülkeler G20 ülkeleri olarak bilinen ekonomileri en güçlü ve müdahale edebilme güçleri de en yüksek olan ülkelerdir.
İklim değişikliğinden en çok etkilenecek kırılgan bir coğrafyada olan Türkiye’miz ne yazık ki aşırı hava olayları olarak nitelendirilen afetlere en çok maruz kalan ülkelerden birisidir.
1981-2010 yılları arasında Türkiye’nin ortalama sıcaklığı 13.50C iken, 2021 yılında bu değer 14.90C’a yükselmiştir. Buna mukabil 2021 yılı aşırı hava olayları (sel,kuraklık,orman yangını,erozyon vb.) sayısı itibariyle 1024 adet iken,2022 yılında azalış göstermeden 1030 adete yükselmiştir. Gerek can gerek se mal ve ekonomik kayıplar artık ciddi ve acil önlemlerin alınması gerekliliğini bir kez daha ortaya koymuştur. Dünya genelinde ise özellikle gelişmemiş ekonomik açıdan sıkıntı çeken ülkeler (Afrika ülkeleri) kayıp ve hasar konusunda çok ağır bedeller ödemiş ve ödemeye de devam etmektedirler.
COP 21 olarak bilinen ve 2015 yılında yapılmış olan Paris İklim Antlaşması küresel ısınmayı 1.5 0C’da frenleyip gittikçe azaltılması suretiyle 2045 yılına kadar İKLİM NÖTR ülke statüsünde tüm ülkelerin hassasiyet göstermeleri gerektiğinin altını çizmiştir. Türkiye bu konuda 2053 yılı için iklim nötr ( net sıfır emisyon) ülke taahütünde bulunmuştur.
İklim değişikliğine %70’lik bir katkı payı olan enerji sektöründe fosil yakıtların terk edilerek, yenilenebilir enerji alternatifleri ile ciddi anlamda karbonsuzlaştırma faaliyetleri olmadığı sürece taahhütlere global boyutta ulaşılamayacağı da net bir durumdur.
BAE nin başkenti olan DUBAİ’de 2023 de yapılan COP 28 ‘de, gelişmekte olan ülkelerin yalnızca uyum için ihtiyaç duyduğu finansmanın 2030 yılına kadar 160-340 Milyar Dolar ve 2050 yılına kadar ise 315-565 Milyar Dolar olacağı ve bunun yanı sıra aşırı hava olaylarına maruz kalan ülkelerin UYUM ve ZARAR FONU haricinde Küresel Çevre Fonu, Adaptasyon Fonu, Yeşil İklim Fonu gibi fonların acilen oluşturulması gerektiği de bildirilmiştir.
Küresel İklim Değişikliğinin gittikçe daha da belirginleşerek olumsuz yönde artan etkileri; yer altı ve yer üstü zenginliklerimizin (doğal kaynak) azalışının yanı sıra madalyonun bir diğer yüzü olan biyoçeşitlilik kaybı ile ekosistem dengelerinin hızla bozuluşu, kuraklık ve çölleşme sonucu açlık ve yoksulluğun inanılmaz hızlarda artışı gibi ciddi sorunlar ekonomi ve ekonomik modelleri de sorgular hale getirmiştir.
Ayrıca sürdürülebilir bir şekilde devam eden SIFIR ATIK Projemiz ile, 2035 yılına kadar atıkların geri kazanımı ile döngüsel ekonomiye kazandırılması oranının %60’lara çıkarılması hedeflenmiştir.
Doğrusal ekonomi modelinin tamamen terk edilerek, Sıfır Atık Mottosu kapsamında döngüsel ekonomi modeline geçişle beraber endüstriyel simbiyoz kavramı da çok daha derin anlam kazanmıştır.
Sürdürülebilir yaklaşımların artık kesin bir zorunluluğa dönüştüğü günümüz koşullarında; üretimden tüketime tüm tedarik zinciri süreçlerinde DÖNGÜSEL EKONOMİ modellerinin uygulanması artık ciddi bir zorunluluktur.
Unutulmaması gereken en önemli ayrıntılardan birisi de, ülkelerin atıklarının o ülke için artık kritik ve stratejik hammadde olduğudur.
Tüm bu tespitler eşliğinde çevresel bilincin artırılması adına 5 Haziran Dünya Çevre Farkındalık Günlerinin ehemniyetinin farkında olunması dileklerimle….